30 Eylül 2012 Pazar

Limon-Gümüşlük



Yıllar önceydi, Sevgili Ayşe Arman’ın bir yazısında;

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=12420179&yazarid=12)Okumuş, etkilenmiş ve gidilecekler, görülecekler listeme eklemiştim…Ve ilk defa annemle baş başa bir sabah kahvaltıya gitmiştik. Evet, baş başbaşaydık. Çünkü Rüzgâr o zamanlar vitamin ve mineral olarak damarlarımda dolaşıyordu. Henüz aramıza katılmamıştı…

Bahçe girişinden itibaren içeriye girdiğimiz anda, annemle aynı anda birbirimize baktık ve gülümsedik. Bu gülümsememizin ardında yatan şeyse, siparişlerimiz masaya geldiği anda dillendi… Benim yıllardır, hayalini kurduğum sahip olmak istediğim yer işte böyle bir yerdi… İtiraf etmeliyim ki birazcık kıskançlıkla, imrenmiş ve böylesine doğayla bütünleşmiş, şahsına münhasır bir ortam yarattıkları için sahiplerini tebrik etmiştim…

Bazı yerler, mekânlar vardır; manzarası, konsepti gerçekten istinaidir ama gelin görün ki yemeklerinde, işletmesinde ya da çalışanlarında bir olmamışlık bir yerlerinde bir eksiklik mutlaka vardır… Limon Cafe’ de ise yer, mekân, manzara, konsept, personel, işletmecilik, yemekler, kahvaltı, bahçelerindeki çiçeklerine kadar her şey istisnai ve mükemmel. Birbirinin aynı olmayan, birçok objenin bir arada olup bu kadar uyum içinde olduğu ender yerlerden biri burası…

İşte yine bir Pazar günü, hem de Eylül’ün son pazarı, Bodrum’da Sarı Yaz= Benim Bodrum vaktim ve Sevgili eşimin, sanki kalbimi okurmuşçasına, hadi Limon ‘a kahvaltıya gidelim demesiyle, güzel bir günün startını verdik. Sevgili eşim, oğlum ve ben Gümüşlük Limon Cafe’deyiz.



Yazın, rezervasyonsuz neredeyse gidemeyeceğiniz bir yer haline gelmiş ve maalesef popülaritesi artmış olsa da,  Bodrum’da benim için kahvaltının en iyi adresi Limon Cafe… Neyse ki sezonun son Pazar kahvaltısına yetişebildik, bugün son günleriydi…;) Ama üzülmedik. İşletmecisi Sevgili Candan hanımdan, kışın Gümüşlük’de belediyenin yakınlarında küçük bir esnaf lokantası açacaklarının müjdesini aldık. Kışın Bodrum’un merkezine göre bir hayli ıssız olan Gümüşlük’ de, yemek yemek için adres bulmanın zor olduğu ve en azından kendileri ve İstanbul’a dönmek istemeyen bazı çalışanları için böyle bir işe soyunduklarını söylediler. Konsept olarak, Limon'la alakası olmayacak, ev yemekleri yapan bir esnaf lokantası olacağını söyleseler de, Limonu aratmayacak sıcaklıkta, lezzetlerde yine kendine has bir mekân yaratacaklarına hiç şüphem yok…


Kışlık lokantalarının açılmasını, sabırsızlıkla bekleyeceğimiz Limon Cafe’ye. Bu yıl sadece iki defa gidebildik. İlki sezonun başında ılık bir bahar akşamüsttüsüydü . Canım Lale ablamla gitmiş, günbatımını kırmızı şarap ve harika peynir tabağı eşliğinde, hafif atıştıran yağmur altında izlemeye çalışmıştık. Zira, Rüzgâr artık damarlarımda vitamin ve mineral olmaktan çıkmış, koşmaya bile başlamıştı ve o gün bizimleydi. Bize pek bir rahat vermemiş olsa da, benim için kendisi gibi muhabbeti de kıymetli Lale ablamla, ucundan kıyısından muhabbetimizi yapmıştık… Çocukla o vakitte gidilecek bir mekân olduğu tartışılabilir olsada buna değerdi…


Eğer Bodrum’daysanız; Sevgilinlzle, ailenizle, arkadaşlarınızla , misafirlerinizle,her seferinde sizi mahcup etmeyeceklerini bilerek gidebileceğiniz… Ve her gidişinizde, bir önceki lezzet ve sunumlarını aratmayan, aaa biz olduk diyip bu popülerlikle fabrikasyona dönüp işin kolayına kaçmayan, işlerini ilk gün ki tazelikte ve aşkla yapan, anane evi sıcaklığında ama bir o kadar da romantizim kokan bir mekan.

Limon yıllardır, yerli-yabancı birçok seyahat dergilerinde ve köşe yazılarında anlatılıp yere göğe sığdırılamasa da, mutlaka gidilip, yaşandıktan sonra tadına varılabilecek bir yer…

İşletmecileri, Candan Hanım ve Rıza Bey başta olmak üzere, Ayşe Arman’ın değimiyle çalışanlarının neredeyse hepsi büyükşehir kaçağı...

Ve  Limon Cafaden kareler…



Özgür Talay (Servis)

İstanbul sonrası Limon'da çalışmayı şöyle anlatıyor: “Derin bir nefes, kocaman bir tebessüm! Fesleğenlerimizi yemesinler diye kovaladığımız inekler, rengârenk boyadığımız saksılar, güneşte beklettiğimiz likörler, binlerce yıldız, ateşböcekleri, Kral Yolu, dünyanın en güzel kahvaltısı, “Biraz daha Votka Limonata?”, fonda Leonard Cohen, günbatımı, gündoğumu...”





otlu omlet

kendimce sempatikleştirmeye çalıştığım Rüzgar'ın kahvaltı tabağı yemediii...yemediiii...:(


Ve kahvaltıdan kaçış, her zaman doğayı keşfetmek önceliği olacak sanırım


bayıldım buna, bir zamanlar mandalina güzeliydi sanırım

bilmeyenlere duyrulur...
ilk defa gideceklere benden ve limondan küçük bir uyarı
giyin spor ayakkabılarınızı, isterse akşam yemeği olsun budur limonun formatı ;) rahatlık...özgür...kimse kimseye bakmaz herkes kendini yaşar...



Buda kahvaltıya gelen davetsiz misafirimiz..



bu masa bienimmm olsun mu annee, olsun oğlum benimde alıp eve gidesim geldi ;)

Geçmiş Olsun Kurabiyeleri

İçimde uçuşan kelebekler, bu anlamlı ve ince siparişle biranda ele ve dile geliverdiler... Ve büründükleri bu güzel renklerle, İzmir'de zarif ve düşünceli bir eşten, tatlı bir eşe ameliyat sonrası moral olmak için yola çıktılar....

 



Geçmiş olsun Damla hanım...Kelebekler gibi uçuşarak biranda ayağa kalkmanız dileğiyle....

29 Eylül 2012 Cumartesi

Bodrum'da Sarı Yaz...


Ve Bodrum’dayız… Bir hafta ara ile gittiğimiz, 2. İzmir seyahatinden, depoladığım enerjimle, İzmir... İzmir... döndüm Bodrum’a…Mevsimin, çoktan sarı yaza döndüğü Bodrum’da, hala 3 araçtan 2'i İstanbul plakalı olsada, döndüğümüzde  trafik bir nebze olsun rahatlamıştı.Ve benim Bodrum mevsimim çoktan başlamıştı...Bodrum'la ilgili, birkaç kez duyduğum bir tabir vardı; ‘ Bodrum, İstanbulluların Arka Bahçes Gibidir' Bodrum’da yaşadıkça bunun ne kadar doğru olduğunu artık bende kabul ettim… İstanbulluların her ne kadar vazgeçilmez 2.adreslerinden biri olsa da, benim sevdiğim Bodrum Eylül ayından, Nisan ayına kadar olan süreden ibaret. İstanbulluların el ayak çektiği, yerli ve yabancı diğer turistlerin azaldıkları bu dönem de, daha yaşanılabilir, daha huzurlu, daha sakin benim Bodrum’um başlıyor.

Yazın o hareketli, sokaklarından eğlence fışkıran, âşıkların ilk gelmeyi tercih ettikleri, ya da yaz aşklarının en çok yaşandığı bu penisula, kayıtlarda ilçe olarak geçse de, sanki küçük dev bir eğlence kenti diyebilirim. Zira yaz boyunca, toplamda 2 defa indiğimiz Bodrum gecesinde araç trafiğinin akmadığı, bizim motosikletle bile aralardan geçmekte zorlandığımız yaya ve insan trafiği bunun büyük bir kanıtı adeta. Bodrum’da yaşamaya başladıktan sonra, motosiklet benim için vazgeçilmez bir ulaşım aracı oldu. Rüzgâr’ın doğumundan sonra her ne kadar daha az kullanmak zorunda kalsam da, Bodrum’un yaz trafiğinde, özellikle merkeze gidecekseniz, motosikletin büyük kurtarıcı olduğu tartışılmaz…

Eğer sizlerde, Bodrum’u sevenlerden ve yazın büyük bölümünü burada geçirenlerdenseniz, mümkünse özel araç kullanmayın derim. Özellikle İstanbul'luların, o baş döndüren trafiklerinden sonra, tatil için geldikleri Bodrum'da da trafiğe, nasıl katlandıklarını anlamış değilim. Zira benim için tatil demek trafik ve gürültüden uzak, bol güneş, bol kulaç ve bol okumak demek… Belki de bu yüzden ben, Bodrum’un arka sokaklarını ve sonbaharını daha çok seviyorumdur…




Umarım, mandalina bahçelerinin ve yerli halkın çoğunlukla yaşadığı,
bahçe duvarlarında, pencerelerinde renk renk begonvillerin raks ettiği,
bu arka sokaklar zaman içinde, hızla büyüyen Bodrum’un bir parçası olmak zorunda kalmaz…
Yaşadığınız yerin gelişmesi, özelliklede bir çocuk yetiştiriyorsanız,
elbette çok önemli ama doğal dokusu ve değerleri bozulmadığı sürece…

  

Son zamanlarda yapılan önemli yatırımlarda buranın aslında kentleşme anlamında, sıkı bir büyüme içine girdiğini gösteriyor diyebilirim. Bodrum’un en çok sevdiğim bölgelerinin başında gelen özellikle Ortakent’de kurulan, Bodrum’a göre dev ‘Acı Badem Hastanesi’. Diğer yandan projesi devam eden, 5.000 yataklı devlet hastanesi, açılacağı öğrenildikten sonra çocuklarını kayıt yaptırabilmek için, adeta birbiriyle yarışan ebeveynlerin gözdesi TED Kolejinin, ilk defa bir ilçede açılması, Midtown (Ortakent) Alışveriş Merkezi, Güzel Sanatlar Fakültesi, sıra sıra hipermarketler ve yapımı süren diğer alışveriş merkezleri…v.s...Bunlar sadece çok göze çarpan örnekler ve daha sayamadığım gelişmelerle, Bodrum hızla koşuyor ve büyüyor... Umarım! Başta söylediğim gibi, doğal dokusunu ve değerlerini kaybetmeden devam eder bu koşuya…

Zira ben, Bodrum’un arka sokaklarındaki evimizde, bu resimde gördüğünüz manzarayla uyanmayı,

mandalina bahçelerinden yayılan o mandalina çiçeklerinin tarifi imkansız kokularının arasından, bisikletlerimizle maaile süzülerek vardığımız, yahşi sahilinde, çay içmeyi, mevsimine göre Köşem’de rokayla salınan birbirinden lezzetli balıkları ilk elden yemeyi, ceviz kabuğumuzla gittiğimiz, sadece tavşanların yaşadığı, yüzünde makyaj, üzerinde 1 kg aksesuarla denize girenleri göremeyeceğiniz adadan denize girebilmeyi, hiçbir büyümeye, kentleşmeye değişmem değişemem…

Bu arada, sakın ola gecelerini ve eğlencesini, bol müzikli beach cluplerini seven, tatili bu şekilde geçirmeyi tercih edenler darılıp gücenmesin… Elbette o Bodrum’da gerek… Ama bir gün, rotalarını bir kırıversinler Ortakent’e, Bitez’e, Gümüşlüğe Bodrum’un arka sokaklarına, tepelerine, pazarlarına, mandalina kokan ciğerlerine, eminim onlarda seveceklerdir… Bodrum’un arka sokaklarını…


ne bir boğaz manzarasına ne bol ışıklı bir kent manzarasına değişemeyceğim, bir gün mölü, bir gün meli, bir gün atlı penceremizden görünenlerden bir kare....
 Ve şimdi...Bodrum’un arka sokaklarından, pazara gitme vakti. Sarı yazın, son sebzelerinden alıp, uzun süredir evde olmadığımız için, sebzelikleri adeta sonbaharı yaşayan buzdolabımızı, yaz sebzeleriyle vedalaşmadan, tekrar buluşturma vakti…

Sıcak yaz günlerinden kaçamak yapmışçasına yakan güneşin tadını yaz yemekleriyle çıkarma vakti…

Ve işte benim alışveriş listem ve yaz sebzeleri nin, yerini kış sebzelerine bırakmadan, bir kez daha yapılıp mutlaka tadılıp vedalaşılacak yemeklerim…

  • Tarla domatesi, en yamuk en şekilsiz olanlarından 5 kg ( kış için biber, sarımsak ve zeytinyağı ile anane usulü pişirilip, şişelenecek bu yüzden bu kadar çok)
  • Barbunya 3 kg, 1 kilosu közlenmiş patlıcan salatası eşliğinde, haftasonu barbekü menüsünü tamamlamak, 2 kg ‘sı ise kış günlerinde, yazdan kaçamak yapmak istenildiğinde pişirilmek üzere şoklanıp d.dondrucuya emanet edilecek…
  • Bamya 2 kg, en minikleri şoklanıp barbunyanın yanına d.dondurucuya, en büyük boyları da un ve yumurta eşliğinde zeytinyağında hoplata hoplata azıcık kızartmak için,,,
  • Patlıcan 1 kg, ama sevgili Zeyno’nun tezgahından alınmış olacak. Milas’dan gelen, sıfır çekirdeksiz ve tatlı şahane patlıcanlar, 3 yıldır beni bir kez olsun mahcup etmediler. Karnıyarık formatına uygun seçilecek, közlenecek ve karnıyarık yapılacak evet közlenmiş patlıcan üstü karnıyarık, yoksa siz hala karnıyarığın, patlıcanını kızartarak yapanlardan mısınız ;) ?
  • Yine, Zeyno’nun tezgahından olmazsa olmaz zarife biberlerden 1 kg… yok böyle bir biber, kış gelmeden kısa sürede fotoğraflanıp paylaşılacak o zaman anlarsınız neden biberlere zarife dediğimi,
  • Ve tabi kiiii ‘KABAK ÇİÇEĞİ’ ahhh ahh en zoruda onunla vedalaşmak olacak,,, son demlerine kadar her hafta pazardan alınıp bir doldurulacak, bir tavası yapılacak, yapılacak,,,yapılacak...
Bu haftanın sebzeleri şimdilik bu kadar, elbette taze fasulye,bostan patlıcan, minik kabaklar ve mürdüm eriklerini unutmadım.Onlar Çarşamba pazarının listesinde yerini aldılar…

Yemeklerin kokusu, mutfağımızdan yayılmaya başladığında, burdan paylaşana dek hoşçakalın …






28 Eylül 2012 Cuma

24 Eylül 2012 Pazartesi

Kısır



Bulgur’un en güzel hallerinden biri…
              KISIR...
Bir çoğumuzun, çocukluğundan buyana evlerinin misafir ikramlarının başında gelen ve çoğumuzun hayır diyemeyeceği nostaljik bir lezzet olsa gerek kısır. Her mutfağın, kendine has bir hazırlama şekli olsa da. Sanıyorum sonuç kaçınılmaz, lezzetli, doyurucu ve besleyici bir yemek. Evet, yemek diyorum. Çünkü benim için ana yemek yerine geçiyor. Hele de yanında bir fincan taze demlenmiş çay yada ayran varsa…

İçinde, bulgur olan hiçbir yemeğe hayır diyemeyen ben, kısırı çocukluğumdan buyana çok severek yer ve de hazırlardım. Ta ki sevgili halamız, Dilkan ablanın yaptığı kısırla tanışana kadar. Dilkan ablanın, elinden çıkan kısırı yediğim günden bu yana, hiç kısır yapmadım diyebilirim… Sizin mutfakta kısır nasıl hazırlanır? Bilemiyorum! Ama bizde kısırın olmazsa olmazları; Biber salçası, maydanoz, yeşil soğan ve nar ekşisidir. İçinde, asla olmayanlar ise marul, salatalık ve domates. Marul’un içinde kısıra ve yanında garnitür olarak domates ve salatalığa evet ama içinde asla…

Birde mevsim kışsa; Kısırın yanında, kırmızı turp babuşumuzun en favorisi…

Bu resimde gördüğünüz kısırı da, geçtiğimiz günlerde moralimin çok bozuk olduğu, kapluşu kaybettikten sonra ki gün, Rüzgar’la babuşu baş başa bırakıp, kendime mola verdiğim ve dışarı çıktığım gün, eve döndüğümde sürpriz olarak beni beklerken buldum… Eve dönerken, acaba ne yemek yapsam diye düşünürken, eve geldiğimde beni bekleyen kısırın yanında sevgili annemi ve Dilkan ablayı görmek de ayrıca mutlu etti beni.

Zira annem İzmir’de yaşıyor ve ara sıra geliyor Bodrum’a. Dilkan ablam ise iyi ki Bodrum’da yaşıyor. Yoksa o ve sevgili eşi Sina ağabeyde olmasa, ailemizden kimse olmayacaktı burada. Ve ben gerçekten, Bodrum’a yerleştiğimiz günden bu yana zaman zaman dostlarımdan ve ailemden uzak olmanın çok sıkıntısını çektim.

Bu yüzden, eve geldiğimde bulduğum manzara beni çok ama çok mutlu etti. Özellikle de, mutsuz bir anında aileni yanında bulmak çok güzel. O gün mutfağımızda, halamızın gelip sürpriz olarak hazırladığı kısır belki de bu yüzden biraz daha kıymetli ve lezzetliydi benim için…

Ve tarif, tarif mi? tarif yok . Ülkemizde, kısırın nasıl yapıldığını, bilmeyen mutfak olmadığını düşünüyorum ve tarif verirsem haddimi aşacağımı sanıyorum ;)

22 Eylül 2012 Cumartesi

Ton Balıklı Salata



Bu salatada, yine yoğun bir iş günü araya sıkıştırıp hazırladığım ton balıklı salatam… Home offfffice bahane, evde yemek yemek şahaneee....

MALZEMELER

Kıvırcık veya Ice Berg Marul

1 kutu dardanel ton balığı

1 kırbızı biber

1/2 demet roka

Kırmızı soğan

Kırma zeytin veya haşlanmış mısır

Limon-zeytinyağ

** 2 adet deniz kabuğu :)) benimkiler şeker hamurundan , balığın üstüne tatlı yemek adettendir bizde, yoksa balık midenizde yüzmeye devam eder ...Benim balık üstüne vazgeçilmezin, dondrumalı irmik helvasıdır ama mevcutta şekerden deniz kabuklarım vardı onlarla idare ettim...


Tüm bu malzemeleri, keyfinize göre ellerinizle şekil verip salata kasenize serpiştirin, dilediğiniz sosla tatlandırın…

Izgara Tavuk Salata



Home Office çalışmanın, en güzel taraflarından birisini sorsalardı bana;

Daha sağlıklı beslenmek ve bugün ne yesem diye fazla düşünmek zorunda kalmamak derdim. Zira öğrencilikten itibaren, Rüzgar’ın doğumuna kadar, uzun yıllar, dışarıda öğle yemeklerinde ne yesem sorusunu sormuşumdur kendime. Çoğu zaman da uzun ve yoğun iş temposunda sağlıksız atıştırmalarla geçmiştir, öğle öğünleri…

Ve bende bu yüzden, yaklaşık 2,5 yıldır evdeki ofisinden çalışan biri olarak. Dışarıda çalışanlara göre, yemek yeme konusunda, kendimi çok şanslı hissediyorum… İşte o şanslı günlerden bir menü; Çok pratik ve çabuk hazırladığım ‘ Izgara tavuk altı, salata’.

Pratikliği ve çabukluğu; Marullarımın, önceden yıkanmış ve kurumuş olarak buzdolabında beni bekliyor olmasından geliyor. Salatanın, her türlü hallerine aşık olan benim için, buzdolabı kurallarımın olmazsa olmazlarından bir tanesi, salata malzemelerimin yıkanmış ve kurutulmuş olarak dolapta saklanmasıdır. Buda eşittir= Kuru olduğu için lezzetli, hazır olduğu için pratik salatalar hazırlayabilmek demek…

Termometrelerin, gölgede 40 dereceyi gösterdiği bir Bodrum öğleden sonrasında, yenilesi fresh bir lezzet… Evden çalışmaktan sıkılmış, anne Beyhan’a evden çalışmanın en iyi tarafını hatırlatan lezzet…

TARİFİ İSE;

Evde ne varsa; Marul, Ice Berg, Kıvırcık, Roka; Bunlardan hangisini isterseniz, birkaç tutam elle gelişi güzel bir kâseye doğrayın. Bu arada hazırlamaya başlamadan, tavuğunuzu ızgaraya yada tavaya koymayı unutmayın. Eğer bugün olduğu gibi, mevsim yazsa ve elinizin altında taze haşlanmış mısırınız varsa birazda ondan serpiştin marullarınızın üzerine, sonrada damağınızdan hangi lezzetler geçiyorsa onları, maydanoz yaprakları, kırmızıbiber, ceviz, peynir v.s. Sorun, damağınıza o size yön verir… En sonda, ızgarada pişen tavuğunuzun üzerine biraz kekik serpip şeritler halinde keserek salatanızın üzerine bırakın…

Sos mu??? İnanın, ben o an ki açlığımla ve iş yoğunluğumla, sadece tavuğun verdiği lezzetle hangi ara yedim bitirdim anlamadım, Ama sizin vaktiniz varsa sos hazırlayabilirsiniz yada balzamik sirke ile tatlandırabilirsiniz salatanızı.

21 Eylül 2012 Cuma

Canım Annem Köftesi

 
Kapluşu, kaybettiğimiz ve kendime küstüğüm o gün. Çok sevdiğim mutfağıma bile girmek istemez bir halde, bir gece önceden çözülmesi için dondurucudan çıkardığım kıyma bana, ben kıymaya bakıp acaba ne yapsam diye düşündüğüm ama hiç bir şey yapmak istemediğim, o buruk günde yaptığım bir köfte bu…
Adı neden ’Canım Annem Köftesi’ diye sorarsanız; Kendime küskün, elimde rendelenmiş sebzelerle, kıymaya bakarken, babuşumuzla kapıdan içeri giren ve doğduğu günden itibaren, ‘ hayat akışımı değiştiren, mucizem Rüzgar ‘ım, ‘Canıım Annnemmm’ diye bana seslendi…
Anlıkta olsa, tüm kederimi üzerimden aldı ve başladım oğlum için ‘Canım Annem Köftesini’ yapmaya. Belki de Rüzgar, ona çok ihtiyacım olduğunu hissetmiş olurcasına, bir anda gelip bana, canım annem diye seslenmeseydi, bu köftenin adı sebzeli ızgara köfte olabilirdi... Daha önce de özellikle oğlum için, değişik sebzelerle hazırladığım köftenin tarifini vermeden önce;
 
Sevgili eşim ve oğlumun büyük bir keyifle yemelerini referans olarak verebilirim…
 
MALZEMELER
 
250-300 gr kıyma
1 orta boy soğan
1 orta boy patates
1 orta boy havuç
1 orta boy kabak
1 yemek kaşığı yoğurt
1 yumurta
1/2 su bardağı galeta unu veya bayat ekmek içi
½ çay kaşığı karabiber
½ çay kaşığı kimyon
1 çay kaşığı nane
1 yemek kaşığı zeytinyağ
2 yemek kaşığı su
 
HAZIRLANIŞI
  1. Soğan ve diğer tüm sebzeleri irice rendeleyin,
  2. Galeta ununun üzerine, yoğurt ve suyu ekleyip unun biraz kabarmasını sağlayın,
  3. Kıyma ve diğer tüm malzemeleri de ekleyip, elinize yapışmayacak kıvama getirine kadar yoğurun,
    eğer galeta unu, yada ekmek oranı yetersiz gelirse ekleyebilirsiniz, 
  4. Dilediğiniz şekli verip, çok az yağlanmış tavada, önce yüksek ateşte her iki tarafını 2 ‘er dakika pişirin, daha sonra kısık ateşte her iki tarafı da kızarana kadar pişirin.

    Not : Belki birçoğunuzun bildiği bir bilgi olabilir, ama bilmeyenler için paylaşmak istiyorum; Ben, tüm et ve köftelerimi öncelikle yüksek ateşte her iki tarafını dağlayarak, daha sonra kısık ateşte yavaş yavaş içlerini pişirerek hazırlıyorum. Böylece et yada köfteler kurumuyor, yumuşak ve daha lezzetli oluyorlar.