1 Eylül 2012 Cumartesi

Küstümm...Kendime!!!


Ve.. Oda Gittiiiii...

Bu sabah, içimde uçuşan kelebekler bir anda kanatlarını solduruverdiler. Kısa bir süre önce, buradan da paylaştığım, sokak da bulduğum yavru kaplumbağayı maalesef kaybettik…  Bu kadar kısa bir zamanda, hangi ara ona bu kadar alıştım, bilememişken!  Ölümü ile biranda sarsıldım.
Oysa! Evini genişletmiş, ona daha doğal yaşam alanı bile oluşturmuştum! Yâda oluşturduğumu sandım...


Kendime, nerede hata yaptım diye sorarken, beynimde çakan şimşekler, sevgili eşimin, onu bulup eve getirdiğim zaman ki, 'Doğanın düzeniyle oynamasan, doğaya bıraksan daha iyi olmaz mı sözleri oldu’. Ve sanıyorum, doğanın düzenini bozduğumun bir işaretiydi, onu bu şekilde kaybetmem…
Ayrıca; onu yeni bulduğumda, sizlerle paylaştığım ilk yazıda;  

Ne dersiniz?şu resimdeki bir damlacığı doğaya mı bırakmalı?Yoksa, bahçede onun için doğal ortam mı yaratmalı?Yada bir süre bakıp geliştirip öylemi doğaya salmalı?Bilemedim?! !!)

Diye, kendi kendime sorduğum sorunun cevabını, maalesef o verdi, hem de bir tokat gibi… Ve ben yaşadığım bu acı tecrübeden sonra, Nane ve Limon’u bir gün kafeslerinde cansız yatarken bulmamak adına, onları bulabileceğim en uygun ve doğal ortama bırakmaya karar verdim…
Kimileriniz, alt tarafı minicik bir kaplumbağa, ne var bunda bu kadar üzülecek diye sorabilirsiniz. İnanın, bende bilmiyorum. Tek bildiğim alt tarafı kaplumbağa olmayacak kadar değerli olduğu ve onu benimseyip, sevdiğim ve belki de annelik içgüdüsü ile fazla korumacı davranarak onu eve almakla hata yaptığım …  
Oysa gerçekten, onu bulduğum andan itibaren;  Onu nasıl yaşatabilirim? Ona nasıl bakabilirim ve besleyebilirim diye bir sürü araştırma yaptım ve sanıyorum araştırdığım bilgilerin kimileri beni yanılttı. Çünkü zaman zaman güneş ışığına çıkarmanın kabuklarının güçlenmesi için gerekli olduğu yazıyordu bu bilgilerde. Ve bende bu yüzden bu sabah, hareket ettiremediği arka sağ ayağına da iyi geleceğini düşünerek, onu bir süre güneşe çıkardım. Sabah güneşiydi ve artık mevsim sarı yaza dönmüş ve kavurucu bir sıcak yoktu Bodrum’da… Şuan kendimi inanılmaz suçlu hissediyorum.  Çünkü onu almak için yanına gittiğimde, yuvasının en kuytu köşesinde hiçbir yaşam belirtisi olmaksızın kaskatı duruyordu. Hemen kötü düşünmek istemeyip, derin uykuya daldığına inanmak istedim. Çünkü yine araştırdığım bilgilerde, kara kaplumbağalarının, derin uykuya yattıkları da yazıyordu ama bu iyi niyetli düşüncem de beni haklı çıkarmadı. Zira Ekim- Kasım aylarında, havanın serinlemeye başlamasıyla birlikte, yatarlarmış bu derin kış uykularına…
Evet… Şimdi o gerçekten geri uyanamayacağı, derin bir uykuya daldı. Ve en acısı da sanıyorum benim yüzümden…  L İşte bu suçluluk duygusu, günlerdir içimde uçuşan kelebekleri de soldurdu…

Duman‘dan sonra eve hiçbir canlı almak istemeyen ben, bu düşüncemde maalesef haklı çıktım. Çünkü insan minicik bir nefeste olsa kendini çok kaptırabiliyor, onların katıksız gerçek dostluklarına ve de varlıklarına.
Kendimi asla affetmeyeceğim! Peki ya sen kapluş ve sen Güzel Allah’ım affedebilecek misiniz beni? Bilemiyorum! Ama benimle kaldığın kısacık zamanda,  bana çocukluğumda bile yaşayamadığım, çocukça heyecanları yaşattığın ve içime kattığın huzur için sana teşekkür ederim sevgili kapluş...

Hoşçakal… Rüzgar’ın deyimiyle, ‘ KAPLUŞ ‘ Hoşçakal…  
Tek isteğim ve amacım türlerinizin hızla yok olduğu bu zamanlarda, seni koruyabilmek, yaşatabilmek ve gelecek nesillere teslim edebilmekti...
 Ama maalesef sınıfta kaldım… 
ve
'Küstüm Kendime'

Ve bir süre belki de uyuyordur, geri döner diye burada beklettim.
Maalesef dönmedi.

Şimdi;

En başta yapmam gerekeni yaptım.
Ve onu ilk bulduğum yerin, yakınındaki bir ağacın gölgesinde,
 karıştığı toprakta uyumaya bıraktım...








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder